Türkiye ‘de düğün fotoğrafçılığına olan ilgi gün be gün artarken, ne yazık ki fotoğraf konusunda çok bilgili olmayan hedef kitle, yani gelin ve damatların seçim konusunda sadece parayı kıstas almaları, işini iyi yapan fotoğrafçıları sektörden uzaklaştırıyor. Pek çok arkadaşımın “Artık bu iş yapılmaz” diyerek fotoğraftan uzaklaştıklarına şahit oldum. Fotoğrafta sürekli farklılığı arayan, farklı bir şehirde, ülkede çekim yapmak aslında her fotoğrafçının hayalidir, bu yazımda da geçtiğimiz hafta Gökhan ile beraber İsveç ve Estonya ‘da gerçekleştirdiğimiz düğün fotoğrafı ve videosunun hikayesini, biraz da tabii ülkeleri sizlere anlatacağım.
Hikayemizin kahramanları:
Canan ve Bora, İstanbul ‘da yaşıyorlar, Canan avukat, modern dans eğitimi almış, Üsküdar ‘da yaşıyor, Bora Makine Mühendisi, Göztepe ‘de yaşıyor ve mühendislik yapıyor. Bora Erasmus için Stockholm, İsveç ‘te yaklaşık 2,5 sene yaşamış ve bu sırada Canan ile tanışmışlar ve tüm hikaye de buradan başlıyor; tanıştıkları yerde, yani Stockholm ‘de evlenmeye karar veriyorlar: Romantizm (Oh là là)
Hazırlık Aşaması:
Program şu şekildeydi:
Cuma: Stockholm ‘e varış ve otele yerleşme, keşif
Cumartesi: Nikah, çekim, akşam yemeği, eğlence
Pazar: Cruise ile Talinn (Estonya ‘ya gidiş)
Pazartesi: Talinn ‘e varış, dönüş
Salı: Türkiye ‘ye dönüş
Böyle yoğun bir programda görevimiz sürekli çekim yapmaktı ve ilk defa bu kadar kesintisiz bir iş vardı önümüzde. Her zamanki gibi ben fotoğraf çekecektim, Gökhan da video çekecekti, dolayısıyla birimiz Nikon, birimiz Sony kullanıyorduk ve ortak ekipman taşıma şansımız yoktu. Ayrıca çoğunlukla dış mekanda çalışmak zorunda olduğumuzdan yedek pil ve hafıza kartı ihtiyacımız normalden çok daha fazla olacağa benziyordu. Sonuç olarak şu ekipmanlarla gitmeye karar verdik:
Ben:
Nikon D600
Sigma 35mm f/1.4 Art
Nikon 70-200 f/2.8 VR
Nikon 16mm f/2.8 Fisheye
Carry Speed Askı
3 pil
8Gb ve 16Gb ‘lık 6 hafıza kartı
Gökhan:
Sony A99
Carl Zeiss 24-70mm f/2.8
6 pil
16Gb 6 hafıza kartı
GoPro + Battery BacPac
Sadece sırt çantasıyla gitmeye karar verdiğimiz için ben ağırlık yaptığını düşündüğüm Tamron 24-70 f/2.8 VC ‘mi evde bırakmak zorunda kaldım, içimden de umarım ihtiyacım olmaz diye düşündüm, ama gerçekten de ihtiyaç duymadım, bu gibi yerlerde tecrübe ve kendini bilme çok önemli tabii, yıllardır prime lenslerle çalıştığım için hızlı davranabiliyorum, eğer hep zoom lens kullandıysanız bu sizi zorlayabilir.
Seyahat için daha önceden ikimizin de Schengen vizesi vardı, İsveç ‘ten almak çok zor bu arada, gideceğiniz gün sayısı kadar veriyorlar diye çok duyduk o yüzden siz de böyle bir seyahat düşünüyorsanız başka bir ülkeden alıp giriş çıkış yapıp sonra İsveç ‘e geçmekte fayda var, seyahat sigortası için Facebook ‘ta soru sordum gerekli olup olmadığına dair, çok farklı yorumlar gelince ben de yaptırmaya karar verdim, gerçi soran olmadı ama olsun :) Onun dışında klasik kıyafet + iPad + şarj aletleri + kurabiye (!) gibi olmazsa olmaz eşyaları da aldıktan sonra sabah 5te kalkmak suretiyle yola koyulduk…
İlk Gün – Stockholm:
Biletleri 6 ay önceden aldığımız için en uygun şekilde THY ile sorunsuz şekilde geldik, gerçekten THY ‘nin iyi bir kalitesi var ve gideceğiniz ülkeye veya dönerken tercih yapma şansınız varsa bence THY her zaman öncelikli gelir, kötü bir tecrübem olmadı şu ana kadar. Stockholm ‘e indikten sonra ilk defa pasaport kontrolünde zorlu bir süreç gördüm. 2 tane memur Avrupa Birliği ülkelerine ve İsveç vatandaşlarına hizmet verirken, 2 memur da diğer ülkelere (ne yazık ki biz de buradayız) hizmet veriyordu, tahmin edileceği üzere diğer kuyruk çabuk şekilde erirken biz önlerde olmamıza rağmen yaklaşık 20 dakika geçiş yapamadık. İki memurun bir tanesi çok detaylı sorular soruyordu, biz de bunu görünce yavaş yavaş diğer memurun sırasına yanaşmak suretiyle, kolay geçişi seçtik :) Neden geldiniz, İsveç ‘te bir tanıdığınız var mı, düğün için geldiyseniz kimin düğünü, arkadaşınızı telefon numarasını verir misiniz, gibi sorular ardı ardına geliyordu diğer memurda, arkadaşını telefonla arayarak onay aldığına bile şahit olduk. Biz her zamanki gibi az İngilizce biliyor gibi davrancak, sadece turistik geziye geldik diyecektik ki sıra bize de geldi, pasaportları ve rezervasyonları ve dönüş uçak biletini gösteren belgelerimizi uzattık. Ne için geldiniz sorusuna “Turist”, tanıdığınız var mı sorusuna “Hayır” diyerek geçiştirdikten sonra vizelerimizin İsveç ‘ten alınmaması durumunu pasaportlarda görünce “İsveç veya Norveç ‘ten almamışsınız” gibi bir soruyla da karşılaşınca “Biz sık sık Avrupa ‘ya gidiyoruz ehehehe” şeklinde geçir artık bizi bakışlarıyla cevap verdik ve çok sorun yaşamadan geçtik. Bora ‘yı arayıp geldiğimizi ve otelde görüşeceğimizi söyledim.
Yurtdışına çıkmadan önce cep telefonunuza City Maps 2Go diye bir uygulama var, mutlaka indirin, offline haritalar var ve telefonun GPS ‘iyle gayet güzel çalışıyor, böylece internet bağlantısı olmasa da yolunuzu bulabiliyorsunuz, ben hemen hemen her yerde haritasız gayet rahat şekilde dolaşabiliyorum bu uygulama sayesinde. Tabii şehir merkezine ulaşmak için otobüs, tren gibi yöntemlerden birini seçmemiz gerekiyordu, ön araştırmada ben otobüslerin daha iyi olacağını okumuştum ve Tourist Information bölümüne geçerek hem bilgi hem de bilet almak için sıra aldık (evet orada bile numeratörler var) Orta yaşlarda daha sonra alışacağımız tipte bir sarışın bayan bizi güleryüzle selamladı, otelimizin ismini söyledim sadece ve yaklaşık 5 dakika boyunca sadece otobüsün nerede olduğunu değil, Stockholm ‘de nerelerde ne yapabileceğimizi, alışveriş mekanlarını, yürüyüş yollarını vs her şeyi anlattı, 5 dakika sonunda da sevecen bir tavırla bu kadar bilginin bize yetip yetmeyeceğini sordu, biz zaten 5 dakikalık şaşkınlığı üzerimizden atamamıştık teşekkürler dedik. Dakika 1: İsveç ‘te insanlar çok yardımsever… Kişi başı 120 kron, yaklaşık 12 Euro ediyor, biletlerimizi aldıktan sonra Flygbussarna otobüsleriyle City Terminal ‘e yaklaşık 45 dakikada vardık. City Terminal ‘den sonra GPS ‘i açıp otele doğru yaklaşık 20 dakikada yürüyerek geçtik ve yerleştik. Biraz dinlendikten sonra çıkıp biraz keşif yapmaya, ertesi gün yapacağımız çekimin yerlerini araştırmaya karar verdik.
Stockholm oldukça kurallı, düzgün bir şehir. Ben Almanya ‘ya benzettim biraz tip olarak sadece buradaki insanlar trafik ışıklarında yayaya kırmızı yansa bile araba yoksa karşıya geçiyorlar, Almanya’da hiç araba yoksa dahi kendilerine kırmızı yanıyorsa geçmiyordu insanlar… İlk fark edilen şeylerden biri insanların çok iyi giyinmeleri, Pinterest ‘te gördüğünüz çoğu kadın, erkek veya çocuğa burada rastlamak çok olası. Gün içinde de aşırı sıcak bir hava olmadığı için ceket kombinasyonlarını çok kolay yapabiliyorlar, farklı giyinmekten korkmuyorlar, oldukça cesur gördüm insanları bu konuda. Tabii burada fiziklerinin de önemi var, oldukça düzgün fizikleri var, 100 kişiden 2si falan şişman diyebilirim, diğer ülkelere göre çok daha sporcu görünüyorlar, sokaklarda her zaman koşan, spor yapan birilerini görüyorsunuz. Diğer Avrupa ülkeleriyle kıyaslamak gerekirse yollarda o kadar da çok heykel, sanat eseri yok, daha düz bir şehir, caddeleri çok geniş, şehrin ortasında bile 4 gidiş 4 gelişli yollar var. Yollarda o kadar az viraj var ki tırlarda bile dorse + dorse var yani bir tır çift dorse taşıyor (doğrusu treyler bu arada bu kelimenin) 3 araçtan 1i tahmin edebileceğiniz gibi Volvo, ve genellikle aile tipi büyük araçları tercih ediyorlar, Volvo ‘nun XC serisi gibi genellikle…
Kaldırımlar genelde çok alçak veya hiç yükselti yok, kaldırımın hemen solunda bisiklet yolu var, onun hemen solunda da araçların yolu var, kimse kimsenin yoluna girmiyor. Tahmin ettiğimin aksine yaşlı nüfus çok azdı, yüzde70 civarında genç gördüm, ve evet herkes sarışın :) Çok fazla turist vardı, özellikle Gamla Stan (Eski şehir) bölgesinde her milletten insan var. Şehir merkezi İstanbul ‘a göre çok küçük, en çok ikinci günde haritasız gezebilir hale gelebilirsiniz, Gamla Stan bölgesine geçen birden çok köprü var, aradaki suda da gezi yapabileceğiniz tekneler var. Gamla Stan bölgesi, bizim suriçi mantığında, eski şehri burada tutmuşlar ve korumuşlar, hani bizim yapamadığımız şey… 15. ve 16. yüzyıldan kalma binalar hala kullanılabilir halde, bir çoğu restorant ve bar, cafe şeklinde işletiliyor. Sokakları birbirine bağlayan dik ara sokaklar oldukça dar şekilde tutulmuş ve fotoğraf için oldukça güzel malzeme oluşturuyorlar.
İsveç, ışık yönünden de çok ilginç bir ülke. Hava hiç bir zaman tam kararmıyor, gece 23 ‘te de havada bulutları vs rahatlıkla görebiliyorsunuz, dolayısıyla güneş batma aşamasında çok uzun süre kalıyor, bu da fotoğraf için harika bir durum, bizim Türkiye ‘de fotoğraf çekmek için ortalama 1buçuk saatimiz olurken, İsveç ‘teki şanslı fotoğrafçılar 3-4 saate sahip, gün içinde de hiç bir zaman bizim kadar dik gelen bir ışıkları yok. Tabii kışın soğuktaki ve uzun gecelerdeki şanssızlıklarından bahsetmiyorum bile :) Ama özellikle manzara fotoğrafçıları için bir cennet kuzey bölgesi…
Bu arada geçmişleriyle oldukça övündüklerini ve milliyetçi olduklarını da belirteyim, pek çok yerde “Şahane İsveç yemekleri” , “İsveç ‘in müthiş otelleri” tarzı ibareler görmek mümkün. Bunun yanında inanılmaz bir tasarım ve font şehri burası. Sadelik ve minimalizmden hoşlanıyorsanız çok hoşunuza gidecek çünkü tabelaların hepsi çok sadece şekilde dizayn edilmiş. Ayrıca renkleri de birbiriyle çok uyumlu şekilde kullanıyorlar, belli ki bu konularda planlanmış kuralları var, rengarenk yerine örneğin sadece yeşil ve kırmızı tabelalar görebiliyorsunuz.
İkinci Gün – Nikah:
İlk gün çekim yapacağımız yerleri, dar sokakları keşfederken, tabii kafamızda da pozları, duruşları vs planlıyorduk, bazen bu planlar tutmasa da kafada biraz kareleri belirlemekte fayda var. Kuaför saat 9.30 ‘daydı ve biz de çekim için oradaydık, Stockholm ‘de mesafeler yakın, otelle kuaför arası en çok 50 metreydi. Dolayısıyla her şey kolay oluyor, acele etmeye gerek kalmıyor. Kuaförde bile bahsettiğim tasarım kafasını görebiliyorduk, kartını özellikle çekmek istedim, çünkü kuaför bile yazmıyor kartta, bizim için çok ilginç…
Türkiye ‘deki Kral TV kafasındaki kuaförlerden sonra, Amy Winehouse hayranı bir kuaförle çalışmak benim için çok zevkliydi. Normalde kuaför çekimleri fotoğrafçılar için oldukça sıkıcı olsa da burada hiç sıkılmadım diyebilirim, oldukça geniş dizayn edilmiş bir kuaför, koltuklardan tutun vitrinlere kadar sanki hepsi bir iç mimarın elinden çıkmış gibiydi…
Kuaförden sonra otele geçiş ve orada kiralanan eski gelin arabasıyla beraber şehir turu ve dış çekim bizi bekliyordu. Gelin arabasına bizim de sığmamız gerektiğinden ben gelin ve damadın yanına oturdum, saçma biliyorum ama ne yapalım :) Gökhan da öne oturdu ve videonun güzel bölümlerini çekti…
İndiğimiz yerlerde ben artık 70-200 ‘e geçtim, çok ağır lens ama hakkını veriyor, biraz daha doğal, dar açı fotoğrafları almak istedim, buralar onların tanıştıklarında sıklıkla gezdiği yerlerdenmiş, zaten nikah şekeri gibi konuklara verdikleri hediyede de burada çekilmiş bir fotoğrafları vardı, 3 yıl sonra benzer fotoğrafları da aynı yerde çekmiş olduk.
Kısa bir şehir turunun ardından Stockholm City Hall ‘e geçtik, kayıt işleminden sonra tam saatinde sıra size geliyor ve bizdeki gibi ortalama 5 dakikalık bir nikah süreci oluyor. Bu sırada beklerken arkadaşlarla, ailelerle pek çok fotoğraf aldık tabii…
City Hall ‘de evlenmek aslında anladığım kadarıyla Stockholm ‘de pek tutulan bir şey değil, şöyle ki kilise nikahı olmadığı için genellikle daha marjinal gruplar (!) burada evleniyor, belki dinle ilişkisi olmayanlar veya hayata bakışı farklı olanlar… Gelinlikler aşırı sade, Türkiye ‘de hayatta kimseye giydirerek evlendiremeyeceğiniz türden…
Nikah salonunda bizi filmlerde İsveçliyi oynayabilecek düzeyde sarışın ve kemikli yüzlü bir nikah memuru bekliyordu, yaşı epey vardı ve çok sessizce konuşuyordu. Nikah salonuna en fazla 15 kişinin girme şansı var, 16.yı almıyorlar, dolayısıyla ben ve Gökhan ‘ın dışında 13 kişi daha girebildi içeriye. Biz fotoğrafçılar ve videocular Türkiye ‘de genellikle itilip kakılırız, sıradan çalışan olarak bakılır genellikle hatta. İsveç ‘te durum yine farklı, nikah memuru öncelikle bize nikah salonunun her yerinde istediğimiz açıda çekim yapabileceğimizi, yalnız kendi önerisinin sağ ve sol çapraz arkası olduğunu söyledi, biz de teşekkür ettik. Gelin ve damadı önüne aldı, duygusal ve romantik bir konuşma yaptı. Aklımda kalan cümlesinin çevirisi aslında şöyleydi: “Günlük hayatınıza döndüğünüzde ve sorunlar yaşamaya başladığınızda sizi buraya getiren duyguları ve hisleri hatırlayın.”
Yaklaşık 5 dakikalık bir törenden sonra damat geline, gelin de damada yüzükleri taktı ve artık “Lawfully married” yani “Kanunen evli” duruma geldiler, çıkışta arkadaşlarının gül yaprakları onları karşılıyordu:
Aileler ve arkadaşlarla fotoğrafları aldıktan sonra biz yavaş yavaş yürüyerek Gamla Stan bölgesine doğru yürümeye ve bolca fotoğraf çekmeye başladık, tabii hikayeler onlarda olduğu için sora sora tüm mekanların onlara önemlerine göre çektik fotoğrafları…
Tüm çekimleri buraya koyup sizi sıkmak istemiyorum tabii ki. Yorucu bir çekimin ardından akşam yemeği için daha önceden organize ettikleri yere gittik ve eğlendik. Burada ilginç olan şey de şu, içerisi karanlık, müzik çalıyor, danslar ediliyor, eğleniliyor, dışarıya çıktığınızda hava hep aydınlık :) Bir süre sonra alışılıyor belki ama oldukça farklı bir deneyim.
Üçüncü Gün – Şehir turu ve Talinn’e Yola Çıkış:
Talinn, Estonya ‘ya geçişimiz saat 17.45 gibiydi, otelde 16’da buluşacaktık, dolayısıyla sabahtan o saate kadar şehri gezme şansımız vardı, biz de ilk geldiğimiz gün tabelalarda gördüğümüz fotoğraf müzesine gitmeye karar verdik ki iyi ki bu kararı vermişiz… Gamla Stan ‘ın biraz arka tarafında deniz kenarında bir müze Fotografiska. Fotoğraf kelimesi onlarda da fotoğraf olduğundan zaten yabancılık çekmiyorsunuz. Otelden çıkıp müzeye varmamız yürüyerek yaklaşık yarım saat kadar sürdü.
Müzeye 120SEK, yani yaklaşık 12 Euro ‘ya girebiliyorsunuz, müze girişinde fotoğrafçılıkla ilgili onlarca kitap, dergi, aksesuar, anahtarlık vs her şeyi bulabiliyorsunuz. İçeride de ünlü fotoğrafçıların ve bazı İsveçli genç fotoğrafçıların sergileri vardı, hele bir isim vardı ki: Sebastião Salgado
Salgado, Brezilyalı 1944 doğumlu bir fotoğrafçı, siyah-beyaz fotoğrafları klasik olarak Leica sponsorluğunda çekiliyor, öyle fotoğraflar var ki ağzım açık kaldı, tahmin ediyorum 100 kadar fotoğrafı vardı, en az 20 tanesini ders kitaplarına koyabilirsiniz. Kutuplardan Afrika ‘ya pek çok yerde harika fotoğrafları var, daha sonra yaptığım araştırmada Ara Güler ‘le de karşılıklı fotoğraf değiştokuşu yaptıklarını gördüm, 30 kadar fotoğrafıyla da Türkiye ‘de 2007’de sergi açılmış. Buradaki sergisi Genesis projesi idi ve burada sergilenme şekli de çok hoştu, telefonla video almaya çalıştım.
http://www.youtube.com/watch?v=Bre8AQmZ17g
Fotoğraf müzesinden oldukça fazla zaman geçirdik, sadece fotoğraf değil kısa film denemeleri de vardı, bir tanesi oldukça ilginçti. 10 tane geniş ekran düşünün, 10unda da aynı sahnenin farklı açılardan çekilmiş görüntüleri var ve istediğiniz açıdan filmi izleyebiliyorsunuz, yani bir nevi izleyeceğiniz filmin yönetmeni gibi oluyorsunuz, o sırada fark ettim ki neredeyse herkes farklı ekranlardan izliyordu filmi, kimi zaman geniş açıya kimi zaman dar açıya geçebiliyorsunuz. Umarım ileride izlediğimiz her şeyde bu esneklik gelir :)
Sıra Talinn ‘e geçmeye gelmişti, otelde buluşmadan sonra taksilerle limana geçtik, büyük 8 kişilik taksiler var, onları kullanmak daha ekonomik oluyor, bu da ufak bir ipucu olsun. Crouise gemileri oldukça büyük, sanıyorum giderken geminin hepsi dolu değildi, 10 katlı bir gemi ve 5ten sonraki katlarında cafeler, barlar, casino, oyunlar oynayabileceğiniz yerler ve yolculuğu izleyebileceğiniz yerler var. İnanın hemen insan uyum sağlıyor, hadi şu cafeye gidelim bu cafeye gidelimler daha 2. saatten kendini gösteriyor.
http://www.youtube.com/watch?v=cTFkQONC8jI
Dördüncü Gün – Talinn ve Geri Dönüş:
Gemi yolculuğu yaklaşık 16 saat sürüyor, Estonya ‘ya vardığımız zaman saat farkı kalmıyor, normalde İsveç ‘le 1 saat fark var fakat Estonya ile aynı saat dilimindeyiz. Talinn, küçük ve eski bir şehir. Masalsı bile denebilir, eski tip binaları, dik çatıları ile daha gemi yanaşırken güzel bir poz veriyor size. Binalar olduğu gibi korunmuş, Avrupa ‘nın en eski ve en iyi korunmuş yeri olarak biliniyormuş. Yine dar sokaklarıyla pek çok turisti ağırlıyor, biraz tepelere sahip bir şehir, gezerken yorulabiliyorsunuz, Stockholm gibi dümdüz değil.
Talinn turunun ardından yine daha önceden organize edilmiş olan Old Hansa restoranına girdik. Eski tip yine 1600lerden kalma bir bina. İçeride çalışanlar da ona göre giyinmişler ve hatta konuşmaları bile bu yönde. Yemekleri ortaya getiriyorlar ve isteyen istediği kadar yiyor. Yalnız geleneklerine göre önce herkesin ellerini yıkaması gerekiyormuş ve bunun için bir güğüm gibi düşünün, onunla ellerinize su döküyorlar ve herkese özel havlularla kuruluyorsunuz. Bunun ardından “Master of the table” yani masanın efendisi seçilmesi gerekiyor, garson kız sadece masanın efendisinin sözünü dinliyor ve diğerlerinden sipariş vs almıyor. Biz de tabii Bora ‘yı seçtik ve Bora ne derse o oldu. Her getirdiği yemeği açıkladı, içinde neler olduğunu söyledi, tabii domuz eti yenmediğinden yemekler biraz revize olmuş oldu. Yine de ayı eti yediğimizden söz etmeden edemeyeceğim, pek farklı yemeklere açık olmadığım için ben sevmedim ama yiyenlerin çoğunun beğendiğini de söyleyeyim…
Geri dönüş için yine saat 18.00 gibi crouise gemisine bindik ve artık oldukça yorgunduk, ertesi gün de zaten İstanbul ‘a dönüşü yaptık…
Son Söz:
Kuzey ülkelerine ben ilk defa gittim, fotoğraf için harika şehirler, bence sadece fotoğraf için gidilip efsane fotoğraflarla geri dönebilirsiniz, Avrupa ülkelerinden çok daha iyi manzara fotoğrafı vereceği kesin, ışık çok uzun süre eğik kalıyor ve güneş batsa da ışık var. Gün erken ağarıyor, bu arada yazıda bahsetmediğimi fark ettim. Kızları çok güzel, evet bu bir efsane değil. Karşılaştırmaya gerek yok bence farklı bir klasmandalar :) Şehirler çok düzenli, otellerde oldukça iyi kahvaltı var, aç kalmanız mümkün değil, peynir, zeytin gibi Avrupa’da görmeye çok alışkın olmadığım yiyecekler burada bol bol vardı, krep, reçel vs ile de karnınızı doyurabilirsiniz. Sanata, tasarıma çok önem veren ve göz zevkinizi bozan hiç bir şeyin olmadığı sokaklarda yürüyorsunuz, insanları iletişime çok açık ve hepsi İngilizce biliyorlar, hatta neredeyse ingiliz şivesiyle konuşuyorlar diyebilirim, buradan gemide bize “Excellent choise” diyen hanfendiye selamlar :) İnsana saygı müthiş, binalar çok iyi korunmuş durumda. Uzun lafın kısası kesinlikle gidilesi yerler, Talinn de Stockholm de güzel şehirler, benim gönlüm biraz daha Stockholm ‘den yana. Yakın olmalarına rağmen Talinn ‘de slav ırkının tipik özelliklerini hemen görüyorsunuz.
Oldukça uzun bir yazı oldu, İsveç ve Estonya ‘yı benim gözümden görmüş oldunuz… Gitmek isteyenlere iyi yolculuklar :)
Bu da videomuz:
24 comments
şahane bir gezi , düğün fotoğrafçılığı bilgilendirme yazısı olmuş, tebrik ederim..
Teşekkürler Özge :)
Tahir Bey süper bi yazı olmuş. Bi solukta okudum, okurken de sizinle birlikte gezdim, gördüm (öyle geldi bana). Sizi tebrik ederim. Aklıma takılan nokta gelin-damat İsveç vatandaşı mı orda nikah yaptırabiliyolar yoksa ayrı bi prosedür mü var? Bi bilginiz var mı?
Teşekkür ederim :) Hayır İsveç vatandaşı değiller, isteyen herkes orada evlenebiliyormuş, tabii prosedürler var fakat çok sıkı değilmiş..
Teşekkür ederim.. :) Tekrardan kaleminize sağlık, okuması çok keyifliydi.
Okuduğum en harika yazılardan biri olmuş Tahir!
Şu yoldan yüksek olmayan kaldırımları gördüğümde gözüme hemen Türkiye'de kaldırıma park eden arabalar geldi…
Gelin ile damadı da bir değil iki kez kutluyorum, verdikleri romantik ve bana göre çok mantıklı karar için. İki kez kutlu olsun, iki kat mutlu olsunlar. :) Eşi dostu toparlayayım, ona buna organizasyonu beğendireyim, en mutlu günümden bir şey anlamayayım demek yerine basıp gitmişler, çok da iyi etmişler. :)
Güzel yazı, güzel fotoğraflar, güzel insanlar. Tebrikler :)
Ne guzel bi yazi olmus, senle birlikte gittik geldik gibi..fotograflar da sahane..gelinle damada da bayildim. Seni de onlari da tebrik ediyorum:)
Bana tekrar oraları hatırlattın Tahir. Duygulandım biraz. Sonra geri döndüğüme tekrardan pişman ettin beni.Biz moda çekimleri için genelde Gamla stan'ı kullanırdık asistanlığını yaptığım moda fotoğrafçılarıyla. Fotografiska'nın cafesini ise sanat adına birşeyler yapan insanlardan oluşan bir topluluk doldururdu. Öğlenleri keyifli olurdu. Soğuk kış günlerinde ısıtmayan bir güneş vururdu oraya. Isınmasanda otururdu insan orada. Bu arada fotoğraf isveçce de fotograf anlamına geliyor. "Ğ" değil. Sanırım bir harfe yanlış bastın :)
Gelin damat portreleri adına gördüğüm kadarıyla güzel işler çıkartmışsın. Çok güzel bir yazı olmuş. Tebrik ediyorum. Başarılarının devamını diliyorım Tahir. :)
Güzel iş çıkartmışsınız ve güzel bir yazı olmuş.Teşekkürler
Çok güzel bir proje olmuş Tahit abi.
Bir ricam olucak sizden bu film efektlerini bu kadar doğal şekilde nasıl yaptığınızı bizede söyleyebilrimisiniz meslek sırrı değilse:D özellikle çiçeklerin atıldığı fotoğraf, hep beraber ve masala girştekiler için. Meslek sırrıysa bu sırrın işin uzmanında kalmasını isterim youtubeda çok video izledim ama bu kadar güzel sonuç hiç göremedim ve bende yapamadım:D
Teşekkür ederim ama aslında özel bir şey yapmıyorum, yani iyi RAW işleme diyebiliriz veya doğru texture 'ları kullanma vs…
O zaman bir tam soru sorayım fotoğraflarınızda genel bir toz pembe ton görüyorum bunları biraz soğukluk vererek ve macenta etkisi yaparakmı elde ediyorsunuz, diğer sorumda hep berebar isimli fotoğrafınızda üstteki kırmızı tonu greduated filterlamı yaptınız.
Çok soru sordum ama sizin gibi uzman bir kişiyi bulunca insanın sordukça sorası geliyor:D Cevabın için şidmiden teşekkür ederim abi zahmet veriyorum sana kusura bakma:D
Bunların özel bir reçetesi yok, fotoğrafa göre değişiyor, RAW işlemeyi fotoders.com 'da detaylıca anlattım zaten, oradan görebilirsin normalde :)
harika olmuş herşey, keyifle okudum yazınızı, fotoğraflar çok güzel . teşekkürler
Gerçekten muhteşem! Bir Kuzey ülkesinde doğmamış olmamın büyük talihsizlik olduğunu tekrar hatırlattın bana Tahir :) Fotoğraflar da anlatım da çok güzel. Eline sağlık :)
Teşekkürler Salim :)
Merhaba Tahir Bey. yazınız muhteşem, fotoğraflara zaten birşey diyemiyorum :) Tebrik ediyorum. Bir sorum olacaktı. Raw dosyasını Photoshop ile mi yoksa Lightroom ile mi işliyorsunuz? Tekrardan yazı için teşekkür ediyorum.
İkisini de kullanıyorum ben, Lightroom'da temelini yapıyorum, sonrasında Photoshop'la düzenliyorum…
Tahir hocam her zaman ki gibi harika bir anlatım ve bilgilendir. Tebrikler..
Çok teşekkür ederim :)
bu fotoğrafta kullandığınız efek hangisidir nereden alabilirim?
Hazır bir efekt değil Uğur Bey
İsveç’te ilkokuldan itibaren okullarda tasarım dersi okutulduğunu okumuştum, doğruluğunu teyit edemeyeceğim. Tasarımın bu denli önemli olmasının sebebi bu olabilir belki…
Kim bilir, olabilir…