🛑 Ne Zaman Vazgeçmeli – Yavaşla – Konuşmak İşe Yarar mı? #7

Selamlar 👋, yeni bir bülteni okumaya hazır mısın? Bültenlerin çok uzun olduğuna dair bazı geri bildirimler geldi ama bu bültenin amacı zaten biraz bu. Cuma günü gönderiyorum ki güzel bir hafta sonu okuması verebileyim. Bu arada yazdıklarını çok önemsediğimi bilmeni isterim, her emaili cevaplamaya özen gösteriyorum, yeni gelen herkese hoş geldin diyorum.

Bu email bültenini arkadaşlarınla paylaşırsan çok sevinirim.


Ne Zaman Vazgeçmeli?

Bu fiili sevmiyorum, vazgeçmek denince sanki başarısız bir sonuçmuş gibi algılıyorum. İngilizcede “quit” dediğimiz kavram aslında, sözlüğe baktım: “Bırakmak, çekilmek, ayrılmak, vazgeçmek” yazıyor. Hiç biri değil sanki, artık o işi yapmamak, yapmaya devam etmemek gibi tercüme edebilirim. Şöyle de güzel bir söz var: “Quitting is not for losers, it’s for winners”

Her neyse, insan olarak defalarca kez başarısızlıkla karşılaşıyoruz, bazen zaman bulamadığımızdan, bazen doğru anlamadığımızdan, bazen doğru yapmadığımızdan. Genel davranışımız da başkalarını suçlamak üzerine oluyor, ama bu yazıda bundan bahsetmeyeceğim. Artık hatanın sende olduğu farkındalığı oluştuysa ve bunu kabul ettiysen, bir karar aşaması seni karşılıyor, “Vazgeçmeli miyim yoksa devam mı etmeliyim?” Bu sorunu çözebilmek için de biraz araştırma yapınca basit bir framework buldum: Steven Bartlett ‘in teorisi ve alttaki gibi Türkçe’ye çevirdim:

Grafiği tam göremediysen buradan büyük halini indirebilirsin. Bazen kafamızda çok fazla düşünerek kendimizi yük altında tutuyoruz, yapsam mı yapmasam mı soru işaretleri devamlı olarak kafada dönüyor ve buna cevap vermiyoruz çünkü ya erteliyoruz ya da bu soruya cevap vermekten korkuyoruz. Kafanda bu tip soru işaretlerini tutma, günün sonunda rahatladığını göreceksin, cevaplamak gereken aslında sadece üstteki grafikteki sorular: Neden vazgeçmeyi düşünüyorsun ve bunun için bir planın var mı?

🚴 Hayat Bisiklet Değil, Yavaşla

Bisiklet ne güzel bir araç değil mi? Özellikle yazları kullandığımdan herhalde, bana hep sıcak havayı, giderken esen rüzgarı ve denizi hatırlatıyor. Bisikletin ileriye giderken nasıl dengede durduğunu ve durur durmaz düştüğünü biliyoruz. Burada şu anda fiziksel kurallarına girmeyeceğim ama hayatı da bu şekilde yaşadığımızı söylüyor Seth Godin. Durmamak üzerine hareket ediyor, konuşuyor, daha hızlı konuşuyor, karşımızdakinin sözünü kesiyor, devamlı aksiyon alıyoruz. Email gönderiyoruz, tweet atıyoruz, Instagrama fotoğraf/story gönderiyoruz ve sürekli arkasını merak ediyoruz, bildirim geldi mi, like aldım mı, kaç takipçi geldi gibi gibi. Ama hayat bir bisiklet değil, lütfen yavaşla, ve mümkünse de bazen dur. Önemli olan ne kadar hızlı gittiğimiz değil, nereye gittiğimiz aslında, bunun için bir planın var mı?

Sıkıntılarımızı Konuşmak Neye Yarar?

2 önceki bültenden Gonca’yı hatırlarsınız belki, psikolog arkadaşım hani. O bültendeki yazı çok beğenildi ve türlü sorular soruldu, ben de ona tipik soruyu sordum, “Sıkıntılarımızı konuşmak işe yarıyor mu ki?“, altta da cevabını görebilirsin:

On yılı aşkın süredir psikoterapist olarak çalışıyorum ve bu süre içinde bana en sık sorulan soruyu düşündüğümde, bir tanesi diğerlerini geride bırakarak öne çıkıyor: “Sıkıntılarımızı konuşmak bize nasıl bir yarar sağlar?” Terapinin insanlara nasıl yardımcı olduğu, terapistin ne yaptığı, bir terapi seansında danışana iyi gelenin ne olduğu, sanırım mesleğimizi iyi tanıtamamış olmamızdan kaynaklı olarak, maalesef pek bilinmiyor. Terapiyi odağına almış bazı dizi ve filmler, bir terapi seansında olup bitenleri gerçeğe bir hayli yakın bir şekilde resmederken (In Treatment bana göre en iyilerden biri), bazıları ise terapi sürecini maalesef olduğu ya da olması gerektiği gibi göstermiyor. Hal böyle olunca, bir şekilde terapiye başvurmuş kişilerin aklında soru işaretleri ve bazen de terapiyle uyuşmayan beklentiler olabiliyor. Bu soru işaretlerinin en belirginlerinden biri, konuşmanın nasıl bir yarar sağlayacağına yöneliktir. Hatta bir danışanım bu soruyu şöyle mizahi bir şekilde ifade etmişti: “Ee, şimdi ben anlatıcam anlatıcam, sonra ne olacak, çözülecek mi yani sorunlar?” Gelin, terapide neler olup bitiyor, terapi nasıl tedavi ediyor, bir bakalım…

Öncelikle, anlatmanın ve anlaşıldığımızı hissetmenin rahatlatıcı etkisini hepimiz günlük hayatımızdan biliriz. Kendimizi rahatlıkla açabildiğimiz bir sohbet, konuştuğumuz esnada karşımızdakinin dikkatle dinlediğini görmek, dinleyen kişinin verdiği yanıtların bize anlaşıldığımızı hissettirmesi hangimize iyi gelmez ki? Günlük sıkıntılarımızı paylaşmak konusunda yakınlarımıza rahatlıkla başvurabilsek de, söz konusu ruhsal sıkıntılar olduğunda onlar ihtiyacımız olan karşılığı veremeyebilirler. Bu noktada da, bir ruh sağlığı uzmanının, yani psikoterapistin dikkatle ve empatik bir tavırla dinlemesi, danışanın konuşmasına alan açmasının yanında, uzmanlığı ile değerlendirme yaparak yaptığı yorumlar da danışanda rahatlama yaratır. Bu yorumlar, tavsiye ya da yönlendirme niteliğinde değildir, danışanın kendi durumuna ilişkin farkındalık kazanmasına yöneliktir.

Peki terapi sırtını sadece bu “rahatlamaya” mı yaslamaktadır? Seans esnasında söylenen sözler, anlatılanlardan fazlasına işaret etmektedir. Bilindiği gibi, psikolog ve psikoterapistler, ruhsal sorunların tedavisi için ilaç yazmaz, herhangi bir tıbbi yönteme başvurmazlar. Gelen danışandan beklentileri, aklına gelenleri, duygularını, düşüncelerini saklamadan ya da önemli – önemsiz ayrımına tabi tutmadan seans esnasında paylaşarak işbirliği yapmasıdır. Seans süresi, danışanın özgürce konuşabileceği bir alandır. Kişi konuşmaya başladığında, zihninde düşünceler birbirini kovalamaya başlar, bazen anlattığı konuyla ilişkili görünmeyen bir düşünce, bir anı, bir cümle aklına gelebilir. Peki danışanın aklına gelen bu düşünce gerçekten ilişkisiz midir? Elbette hayır. Bu serbest çağrışım zinciri, aslında danışanın ruhsal dünyasına ilişkin önemli bir şey söylemektedir. Serbest çağrışımın ortaya çıkarabileceklerine ilişkin bir örnek daha açıklayıcı olabilir: Bir seans esnasında, uzun süreli bir sessizlik yaşanır. Terapistin sessizliği bozmasını bekleyerek sessiz kalan danışanın aklından geçen, terapistin bir zürafa hayal ediyor olduğudur. Tuhaf görünen bu düşüncesini paylaştığında ve bunun üzerine konuşulduğunda, danışanın ortaokul yıllarına dair acı verici bir anısı yüzeye çıkar: Danışanın o yıllardaki en yakın arkadaşı, boyu uzun olan danışana “zürafa” diyerek onunla alay etmektedir. Ortaya çıkan bu anı ile, danışanın ortaokul yıllarına, o yıllardaki arkadaşlık ilişkilerinin niteliğine ve alay edilmenin yarattığı duygulara ilişkin pek çok mesele su yüzüne çıkar ve üzerine çalışılır. Aslında bu sayede kişi, kendi otobiyografisini yazmaktadır. Yaşanırken fark edilemeyen ya da kişinin henüz olgunlaşmamış olması nedeniyle anlamlandıramadığı pek çok mesele gözden geçirilmekte, geçmişe ilişkin bulanık kalan yerler netleşmektedir.

Geçmiş, bazen de acı verici anılarla doludur. Duygusal şiddet, çocuklukta ihmal, pişmanlıklar, yanlış tercihler ve başka pek çok travmatik anı… Bunlar üzerine konuşmak yalnızca acıları mı tazeler? Geçmişi değiştirme şansımız olmadığına göre, geçmiş üzerine kafa yorarak sadece zaman kaybetmiş mi oluruz? Evet, geçmişi maalesef değiştiremeyiz. Ama olayların o gün göremediğimiz ya da görmemizin mümkün olmadığı bir yanını şimdi görebiliriz: O zaman aslında başka seçeneğimizin olmadığını, olanların bizim suçumuz olmadığını ya da yanlış tercih sandıklarımızın aslında tam da istediğimiz şeyler olduğunu. Geçmişte göremediğimiz gerçeği görebilmek, elbette kolay olmayacaktır; duygusal olarak zorlanabiliriz ama gerçeğin üstüne örttüğümüz örtü en sonunda kalktığında, artık gerçeğin üstünü örtmek için harcadığımız ruhsal enerjiyi başka şeyler için kullanabilmeye başlarız. Terapiye gitmiş pek çok insan, terapi sonrasında kendini daha özgür, yaratıcı ve üretken hissettiğini ifade eder, nedeni de budur. Artık geçmişten gelen acı verici meseleleri örtbas etmeye çalışmaları gerekmez, enerjilerini yaşama ve üretkenliğe kanalize edebilirler.

Terapi, aynı zamanda bir kabulleniştir. Geçmişte işler istediğimiz gibi gitmemiş ya da çok acı verici şeyler yaşamış olabiliriz ama bunların yaşandığını ve geride kaldığını kabul etmeden yolumuza nasıl devam edebiliriz ki? Yapılan şey aslında yas tutmaktır. Yaşanmış ve yaşanmamış her şey için yas tutulur. “Ölenle ölünmez” denir kültürümüzde ve bu söz ile ölenin yakınları önce yas tutmaya, sonra da yastan çıkarak hayatlarına devam etmeye teşvik edilir. Terapide de kişi yaşadığı ya da yaşamadığı her şeyin yasını tutar. İyi bir annelik almadığını düşünen danışan, alamadığı annelik için yas tutar. Artık sanki annesi iyiymiş gibi davranmaya çalışmayacak, annesinin yaptığı anneliğin ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediğini kabullenecek ve annesinin, ihtiyaçlarını karşılayamadığı o yılların yasını tutacaktır. Böylece, yavaş yavaş, ihtiyaç duyduğu anneliğin alınamadığı o yılların yarattığı hüzün, çaresizlik, öfke vd. duygular azalacak ve bu duygular neticesinde ortaya çıkmış ve varlığını o güne kadar sürdürmüş tüm işlevsiz düşünce, davranış ve savunma mekanizmaları bırakılacaktır. Artık danışan özgürdür: Hayatını geçmişten gelen duyguların esaretinde değil, esas istek ve ihtiyaçlarını gözeterek yaşayabilecektir.

“Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek hiçbir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.” Stefan Zweig

📷 Haftanın Fotoğrafı

Fotoğraf Kmon Nguyen’in. Geometrik fotoğraflardan çok hoşlanıyorum, bu da onun örneklerinden. Sanki fotoğrafın bir kısmı siyah-beyaz tutulmuş da bir kısmı renkli gibi efekt elde edilmiş. Yatay çizgiler dinginliği anlatırken, dikeyler hareketi anlatır diye anlatıyorum her zaman fotoğraf derslerinde de,. Kare olan bölümler düzeni anlatırken renkli şemsiyeyle biz oradaki düzeni bozuyoruz ve bu da fotoğrafa bakarken ilgimizi çekiyor. İnsan gözü hep parlağa veya farklı olana odaklanır, fotoğraflarında bunu kullanabilirsin.

🎸 Haftanın Şarkısı

Bunu daha önce gördünüz mü bilmiyorum fakat Bardcore isimli alttaki yetenekli arkadaş popüler şarkıların eski çağlardaki müzik aletleriyle coverlarını yapıyor. System of a down klasiği Toxicity’i bir de böyle dinle bakalım sevecek misin?

🐦 Haftanın Tweeeti

Bunu bir arkadaşım gönderdi, “Sürekli biz bir aileyiz diyen patronum var ama çocuğumun adını bilmez” dedi, haklı mı?

Winamp Geri Döndüwebamp.org

Winamp’ı hatırlıyorsun değil mi? Bu linkten tekrar onu hatırlayıp kullanabilirsin, çok sevimli :)

Bu günlük de bu kadar :) Bültende olması gerektiğini düşündüğün şeyleri, düşüncelerini benimle paylaşırsan çok sevinirim. Bu epostaya cevap yazabileceğin gibi sosyal medya kanallarından da bana ulaşabilirsin:

twitter.com/tahiryildiz

instagram.com/tahiryildiz

Sevgiler,

Tahir

0 Shares:
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

You May Also Like
Devamını Oku

Aynasız Röportajlar 3- Mehmet Güzelipek

Aynasız fotoğraf makinelerinin gelişimi sürdükçe pek çoğumuz bu konuda kafa karışıklığı yaşıyoruz, sizlere yardımcı olmak için kullanıcılarla röportajlara…