Son yazımda Köln ‘den bahsetmiştim hatırlarsanız, Köln Almanya ‘nın doğu sınırına yakın bir yerde, dolayısıyla komşu ülkeler Hollanda, Belçika ve Fransa ‘ya 2şer 3er saat. Biz de fuarı bitirip acaba hangisini gitsek diye düşünmeye başladık, alternatifler arasında Paris, Brüksel ve Amsterdam vardı. Siz olsanız hangisini seçersiniz? Kabul ediyorum üçü de tercih edilebilir yerler ama biz Amsterdam ‘ı seçtik.
Yurtdışı Gezilerinizi Ucuza Yapmanın Yolu
Yazıya başlamadan ufak bir ipucu vereyim, Artıway’i kullanarak booking.com alışverişlerinizde ciddi geri ödemeler alabiliyorsunuz. Şu yazımdan detaylı bilgi alabilirsiniz.
Köln’den Amsterdam ‘a Ulaşım
Hava yolu, tren yolu ve kara yolu seçenekleri var, önce hava yolunu düşündük ama ücretler yüksekti, daha sonra trene baktık, malum Avrupa’da trenle yolculuk havayoluna göre daha hızlı ama ücretleri yine yüksek, NS International ‘dan gidiş dönüş 80 Euro gibi bir rakama aldık biletleri. Çıkışımız Köln HBF, varışımız Amsterdam Centraal, yani Amsterdam’ın Haydarpaşa’sı :) Tabii bunu almadan önce araba kiralamaya da baktık, Avrupa’da yine araç kiralama ücretleri bize göre uygun fakat cezalar ve park ücretleri çok yüksek, özellikle Amsterdam gibi park problemi ciddi olan ve şehir içine çok araç park edemediğiniz bir yere gitmek isteyince araç alternatifini de ortadan kaldırdık. Sonuç olarak pek çok ulaşım yöntemi var, sizin için uygun olan bir tanesini tercih edebilirsiniz.
Amsterdam: Günahlar Şehri
Hollandalılar Amsterdam ‘ı özgürlükler şehri olarak görse de, ülkeye turist olarak gelen yabancılar Amsterdam ‘ı günah şehri olarak görüyor. Sebebi çoğu kişi için bilindik; şehirde aşırıya kaçmayan dozlarda uyuşturucu almak, kek ve mantarlarla kafayı güzel yapmak ve pek çok şehirde yasak olan pek çok aktivite tamamen yasal ve gözler önünde. Coffee Shopların hepsi turistlere yönelik, aralarında zincir mağazalar var, seks shoplar her yerde, hatta -bilmiyorum dünyanın başka yerinde örneği var mı- seks tiyatrosu, canlı seks şovları var ve önünde akşamları kadınlı-erkekli, özellikle uzak doğuluların görülebileceği metrelerce kuyruk var. Bizim gibi baskı altında yaşayan ülkeler için çoook farklı olduğunu söylemek gerek.
Amsterdam’a iner inmez buranın canlılığı sizi karşılıyor. Avrupa ‘da genelde sokaklarda çok insan görmezsiniz, ama Amsterdam oldukça kalabalıktı, bizim inişimiz yaklaşık saat 12 idi ve sırt çantalarımızla hemen keşfetmeye koyulduk. Amsterdam Centraal ‘in karşısında bir sahne kuruluyordu ve içerisinden güzel müzik sesleri geliyordu, çokça turist de şehri geziyordu, sonradan araştırdım da, senede ortalama 6,5 milyon turist Amsterdam için geliyormuş, şaşırtıcı olsa da bu rakam Istanbul’un neredeyse yarısı. Amsterdam ‘ın çoğu yerinde inşaatlar olduğundan da bahsetmeden olmaz, çok yabancılık çekmedik yani :) Haritaya hiç bakmadan insanların gittikleri yöne doğru gittik, Istiklal Caddesi ‘ni andıran bir sokağa girdik, Damrak diyorlar buraya, sağ tarafta hemen sizi zaten Seks Müzesi karşılıyor, girişi 4Euro merak ederseniz, biz girmedik. Yol aşağıya doğru devam ederken sağda solda her yerde Amsterdam ‘ın ünlü kanallarını görüyorsunuz. Yine yola devam ettikçe sağ tarafta Dam ve sonra ünlü mum heykellerin bulunduğu Madame Tussout yer alıyor, önünde büyük bir kuyruk vardı yine girmedik, zaten amacınız bu ünlü müzeleri gezmekse mümkünse haftasonu gitmemeye gayret edin. Bir yandan şehri gezerken diğer yandan da “I Amsterdam Sign” denilen yazının bulunduğu yere gitmek istedik, burası biraz güneyde kalıyor, yürüyebiliriz diye düşündük biz ve yürüdük oraya kadar, zaten yepyeni bir şehir, güzel de hava olunca her yere yürüyor insan, bu sırada yürürken bisikletlerden de bahsetmemek olmaz, sanırım Dünya’nın en çok bisikler kullanılan şehri olabilir burası. Bisiklet bir eğlence aracı değil, olması gerektiği gibi bir ulaşım aracı burada, tabii şehrin dümdüz olmasının da etkisi büyük. Bizde mümkün olmayan etekle bisiklet sürme eylemi Amsterdam’da oldukça yaygın. Yürürken aklınıza bol bol Amy Winehouse gelebilir, benim aklımdan çıkmadı… Bu arada bisiklet yolu, yaya yolu ve araç yolu oldukça keskin çizgilerle birbirinden ayrılmış durumda, birinin diğerinin yoluna girip kazaya yol açma durumunda ciddi yaptırımlara uğradığını da orada öğrendik. Amsterdam yazısına geldiğimizde önce karşısındaki geniiiiş yeşillik alana oturduk ve orada biraz dinlendik, zaman geçirdik. Amsterdam’da daha önce facebook üzerinden konuştuğum fotoğrafçı arkadaşım Burak vardı, Burak Istanbul’dan Amsterdam’a evlenip yerleşmiş, yaklaşık 2 yıldır orada yaşıyor, işleri olmasına rağmen gelip bize yardım etti, buradan tekrar teşekkür ediyorum. Onunla hızlıca bir Amsterdam turu attık, Amsterdam Sign, Van Gogh Museum, Rijkmuseum gibi tarihi yerleri gördükten sonra çiçek, özellikle lale tohumlarının satıldığı dar sokaklar, coffee shoplar, dondurmacılar, tatlıcılar ve Red Light District. Red Light, yazımın başında bahsettiğim Amsterdam’daki yasal mekan. Turistlerin hemen hepsi bu bölge ve çevresinde konuşlanıyor. Ben nedense dar bir sokak olarak düşünüyordum gitmeden önce burayı ama aslında bir mahalle burası. Yani pek çok sokaktan ve binadan oluşan geniş bir bölge denebilir. Çok dar yollar ve pasajlar da var, aynı zamanda çok güvenli bir bölge, her yerde sivil polisler ve kameralar olduğundan bahsedelim, bölgede fotoğraf çekmek de çok kolay değil, malum gizlilik içeren bir bölge. Burak’tan Amsterdam ‘da ne yenir konulu dersi de aldıktan sonra (pek bir şey yok aslında, Patat denen patatesleri var Burak onu önerdi) gece tekrar dönmek üzere dinlenmeye çekildik otele. Akşam 9 gibi tekrar geldiğimizde tüm yolların Red Light ‘a çıktığını gördük, şehirde neredeyse herkes oraya gidiyordu. Küçük odalar düşünün, bu odaların hepsinin yola bakan kısmında kadınlar, tercihe göre transeksüeller var, ve müşteri çekmek için çalışıyorlar. Red light denmesinin sebebi her odanın üstünde küçük kırmızı ışıklar olması. Bu arada kadınların tahminimden daha güzel olduğunu da kişisel olarak ekleyeyim. Sizi zaten bir şekilde çağırıyorlar, eğer siz de davete icabet etmek isterseniz konuşuyor ve anlaşıyorsunuz, sonra perdeler kapanıyor. Bu arada odalar kadınlar tarafından yaklaşık 150Euro’ya kiralanıyormuş onu da öğrendim bir Türk olarak :) Kadınlarla birlikte olmak için ise tabii yine değişken fiyatlar var ama minimum 60Euro gibiymiş, bir arkadaşım söyledi :) Oldukça kalabalık olduğunu söylemem gerek, Cumartesi olmasının da tabii etkisi vardır, sokaklarda gezerken yanınıza türlü zenciler sokulup kokain isteyip istemediğinizi de sorabiliyor bu arada, bir kişinin de polis tarafından kelepçelenip tutuklandığına şahit olduk. Red Light District aynı zamanda Amsterdam ‘ın kanal kenarına oturup sohbet edebileceğiniz de bir bölgesi, tabii marijuana kokusundan mideniz bulanmazsa. Bir süre sonra alışıyorsunuz zaten, oturup saatlerce muhabbet edebilir, keyifli zaman geçirebilirsiniz.
Sonuç
Rüya şehri Amsterdam bence günübirlik gezilebilecek bir yer, bir gün daha ister miydi, zaman olsaydı evet ama bir günde de çok yerini görebiliyorsunuz rahatça hem de yürüyerek. Şehire alıştıkça o üstünüzdeki kültür şoku etkisi gidiyor, başlarda “Buralarda nasıl çocuk büyütüyorlar acaba?” diye düşünürken sonra siz de şehre kendinizi kaptırıyorsunuz, Istanbul’da trafiğe alışmak gibi bir şey kanımca bu. Zaten Amsterdam halkının sadece %15i evli ve çocukluymuş, şehrin %60ını bekarlar oluşturuyormuş ve zaten %30 civarı da gay veya lezbiyenmiş, dolayısıyla ilginç bir şehir, değişik bir kültür, farklı anlar yaşamak isterseniz Amsterdam biçilmiş kaftan. Yalnız gece otelinize dönerken yerlerdeki ve mekanların önlerindeki pislik inanılmazdı, ciddi pis bir Avrupa şehri olması en garibime giden şeylerden biri oldu. Her şeye rağmen Amsterdam unutulmaz bir atmosfer, oksijen olmayan bir hava sunuyor. Gidin ve tadın :)
5 comments
Güzel ve gezmesi çok eylenceli bir yer ama tarihi yapıdları karamsarlık veriyor gibi renklerden kaynaklı heralde fotoğraflarda çok başarılı .
Çok teşekkürler Cem Bey, fotoğraflara o efekti yakıştırdım sadece…
Fotoğraflar harika.. Hangi makina ve lens ile çektiniz . ?
Merhaba, teşekkürler, Nikon D600 ve Tamron 24-70
Merkez tren istasyonunun yanından belediye otobüsleri kalkıyordu. 13 Euro ödeyerek Marken'e gidebilir (yaklaşık 45dk), oradanda vapura 9 euro ödeyerek Volendam'ı gezebilirdiniz ki bence Amsterdam'dan daha güzellerdi